OCEAN’S 7 YOLUNDA BİR TÜRK KADINI

Eğer hayalleriniz sizi korkutmuyorsa yeteri kadar büyük değillerdir.

Çanakkaleli bir anne ve Muğlalı bir babanın tek kızı olarak İzmir’de doğdum. Annem, adımı koyarken o zamanlar çok duyulmamış bir isim tercih etmiş. Anlamı; ‘yaşam veren su’ … Adı gibi sudan kopamayan bir kız işte…

6 yaşında yüzmeye başladım, takıma girdim ve yarışmalara katılmaya başladım. Havuzda bazı dereceler elde ettim ama hiç bir zaman yeterince iyi değildi. 2010 yılında ‘açıksu’ diye bir kavram geldi ülkemize. Ve ben de ilk ‘Milli Takımlar’ içinde kendime yer buldum.

Denizde olmak, havuzdan daha özgür hissettirdi bana. Hayvanlardan korkmayan, doğaya aşık bir çocuk olarak denizde kendimi de buldum bir anda.

2016’da Napoli-Capri arası ultra maratonda yarışmak isteyen “Çılgın Türkler” takımına davet aldım. Takım halinde yüzülen 36 kilometrelik parkurda mesafenin önemli bölümünü sırtladım. Böyle büyük mesafeleri ilk duyduğumuzda bazen anlam veremeyiz ama size şöyle anlatayım: Eğer saatte 4 kilometre yüzüyorsanız, 36 kilometrelik bir mesafeyi geçmeniz 8-9 saati bulur. Tabi bu da düz bir rotada. Akıntı, dalga ve rüzgar da eklerseniz geçiş 12-13 saatlere ulaşır. Kısacası büyük dayanıklılık gerekiyor. Aynı yarışmada “solo” kategorisinde bir sporcunun tek başına bu mesafeyi tamamladığına şahit olan kızımız demek ki yapılabilir kanısına varır. Vardığını da yapar…

Tam o sıralar kafamın içinde bir yerlerde popüler ve zorlu bir parkur olan ‘Manş’ fikri doğmaya başladı. Manş, İngiltere- Fransa arasında, kuş uçuşu 34 kilometrelik, kuzey yarıkürede oldukça hareketli medcezirde yüzülen bir parkur. 40 yıl kadar önce Nesrin Olgun deneyip başardı, sonra da hiçbir Türk kadını  cesaret edemedi.

2017 yılı Ağustos’unda Manş’ın karanlık ve 16 derecelik soğuk sularının kıyısına geldim ve ‘Nasılsa açıksu branşından çıkmayım’ diyerek kulaçlarımı korkusuzca atmaya başladım. Karanlıktan korkuyorum, fakat suyun karanlığı farklı. Yanımdaki tekneye neredeyse yapışık yüzdüm, göremediklerimi düşünmedim. İp gibi, dümdüz bir parkur çizerek akıntıyı yenmeye çalışırken ilk üşüme geldi. “Üşüyorum” diye seslendim teknedekilere. Annem ve antrenörüm vardı teknede. İçtiğim sıvı beslenmeyi ısıttılar ve “-Haydi Bengisu!“ diye bağırdıklarını duydum. Sonra teknedeki hakemlerden biri üzerindeki ceketi fırlatıp attı ve tişörtüyle kalarak cesaret vermeye çalıştı bana. 22 yaşında gencecik bir kız, okyanusun soğuk ve karanlık sularında ilerlemek için insanüstü bir çaba sarf ediyordum. Beni örtebilecek tek nesne olan bonemi biraz daha alınama çekerek bir süre daha yüzdüm. Derken bone ile kendi tenim birbirine karıştı, 7 saatin sonunda neredeyse hiçbir şey hissetmemeye başladım ve okyanusa yenildim.

Bu hikaye asıl o gün başladı. ‘Karaya çıkarken ‘Okyanus zorlu ama ben de inatçıyım biraz’ diye söylendim etrafımdakilere. Sonra herkesin ezbere bildiği o süreç başladı. Manş’ı bir sene sonra 2En hızlı Türk kadını’ ünvanını alarak geçtim. Cook Boğazı’nı geçen ilk Türk, Molokai Kanalı’nı geçen ilk Türk, Cebelitarık’ı en hızlı geçen Türk, Catalina Kanalı’nı geçen ilk Türk kadın oldum.

Başaramadığım her gün ‘Daha iyisini başaracağım için olmadı’ diye düşündüm ve asla vazgeçmedim.

Bu metni küçük bir alıntı ile noktalamak istiyorum ‘Eğer hayalleriniz sizi korkutmuyorsa yeteri kadar büyük değillerdir.’